DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Gazze süreci çerçevesinde yaşanan gelişmelerde Türkiye’nin ABD Başkanı Donald Trump’a “kefil olduğu” değerlendirmesini yaptı. Gazze sorununun çözülmesinde imzalanan anlaşmanın “zafer olmadığını” belirten Babacan, Filistin Devleti’nin kurulması ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun savaş suçlusu olarak yargılanması halinde zaferden söz edilebileceğini kaydetti. Babacan, TBMM’de çalışmalarına devam eden komisyona yönelik değerlendirmesinde ise, “Öcalan’ın komisyona söylemek istedikleri varsa komisyona iletilmesini faydalı buluyoruz” dedi.
Babacan, parti genel merkezinde bir grup gazeteciyle görüşmesinde iç ve dış politikada yaşanan gelişmeler çerçevesinde soruları yanıtladı. Babacan’ın değerlendirmeleri özetle şöyle:
“Erdoğan’ın imzası olan anlaşma İsrail’in güvenliğini önceliyor”
“Trump bir barış planı açıklıyor. Bu tek taraflı bir deklarasyon. Altında imzalar yok, Ondan sonra beş ülkenin istihbarat birimleri Mısır’da buluşuyor. Amerika, İsrail, Katar, Mısır ve Türkiye. Bir de Hamas var. İsrail, “dolaylı görüşme” diyor. Oradan bir sayfalık belge çıkıyor. O belgeye baktığımızda o barış planının sadece birinci aşamasını görüyoruz. ‘Bu barış değil, barış planının ilk aşaması gibi sadece bir ateşkes’ açıklamasını yaptım.
13 Ekim’de dört lider masada, diğerleri arkada. Niye dört imza, niye diğerleri arkada? Çünkü orada aslında Amerika, İsrail’le ilgili o imzayı atıyor. Üç ülke de Hamas ve Filistin’le ilgili o imzayı atıyor. Fakat belgeye baktığımızda belge o istihbarat başkanları arasında imzalanan belgeden tamamen farklı bir belge. Ateşkesle, barışla alakası yok. Erdoğan’ın da imzası olan antlaşmaya baktığımızda, aslında Türkiye, ilk defa o anlaşmaya imza atmakla İsrail’in güvenliğini önceleyen, İsrail merkezli ve İsrail’in bölgeyle olan ilişkilerini yeniden yapılandıracak bir anlaşmaya ilk defa imzasını koydu.
“Anlaşmada Filistin direnişi ‘terörle mücadele’ olarak geçiyor”
Anlaşma ‘terörle mücadele’ diyor. ‘Terörle mücadele’ dediği Filistin’in direnişi aslında. İsrail onu ‘terörle mücadele’ diye adlandırıyor. Metne öyle giriyor ve herkes altına imza atıyor. Orada sorun gördüm ben. Filistin meselesinin somut ve nihayet çözümüyle ilgili hiçbir şeyden bahsetmiyorum. Sadece insani yardım, lojistik. İşte artık yiyecek, içecek yesin. Bir de yeniden inşa edilsin burası. Gazze tekrar inşa edilsin. İnşa edilsin de ne için inşa edilsin? Yani orası bir tatil beldesi mi olacak? Oralar net değil.
Asıl Filistin davası dediğimiz eski köklü konular var. 242 ve 338 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları var. Çok önemlidir. Adı geçmiyor. Onlar unutuldu mu? İşgal ifadesi var değil mi? İsrail resmen işgal etmiş durumda Filistin topraklarını. ‘İşgal’ kelimesi geçmiyor, yok. ‘İşgal edilen yerlerin bırakılması, işgalden vazgeçmesi’ yok. Doğu Kudüs geçmiyor, Doğu Kudüs’le ilgili haklar geçmiyor. Başka ülkelerde yaşayan Filistinli mülteciler var, onların Filistin’e dönmesine ilgili konular yok. Bölgesel istikrar ve ortak güvenlik dediği aslında İsrail’in güvenliğini sağlayacak bir mimari. Orada ortak payda İsrail’in güvenliği. Dolayısıyla o konuda biz biraz kaygı verici bulduk. Bundan sonra bizim hükümetin atacağı adımlara çok dikkat etmesi lazım. Kaygıları besleyici şeylerden uzak durmaları lazım.
“Türkiye, Trump’a kefil oluyor”
İmzaları birkaç türlü okumak mümkün. Trump diyor ki İsrail’e; ‘Ben tutacağım bunları.’ Aslında üç ülkede bir bakıma Hamas adına orada imzaladılar. Fakat daha vahim asıl görünmeyen bir kefalet var ki o da Türkiye, Trump’a kefil oluyor. ‘Merak etmeyin, biz buradayız’ diye. Şimdi orada bir zımni kefalet var. Zımni kefalet.
Şimdi bugüne kadar iki yıldır burada büyük bir savaş suçu işlendi. Büyük bir insan suçu işlendi. Soykırımı yapıldı değil mi? Ve Amerika’nın bu kadar açık desteği olmasaydı İsrail bunu yapabilir miydi? Yapamazdı. Şimdi iki yıllık somut bir mesele var önümüzde. Görüyoruz. Bunlar da onu destekliyor. Şimdi Türkiye, attığı imzayla diyor ki; ‘Merak etmeyin bundan sonra bunlar olmayacak.’ Yani Trump’a kefil oluyor. Şimdi, her an fikir değiştirebilen, her an söylediğinin tam tersini, “U” dönüşü yapabilen, 180 derece dönebilen Trump var.
Trump- Erdoğan görüşmesi ve meşruiyet tartışmaları
Şimdi bu meşruiyet meselesi dediğimiz, tabii o kelimeyi Büyükelçileri, Suriye özel temsilcileri hangi amaçla kullandı? Ne yaptı? Sonra biraz düzeltmeye çalıştı. İki türlü okudum. Birincisi, Türkiye önemli bir ülke. Avrupa Birliği ki, onu o bağlamda söylüyor, o açıklamayı okuduysanız. ‘Avrupa Birliği, Türkiye’ye iyi davranmadı, dışladı’ diyor. ‘Fakat Türkiye önemli bir ülke’ diyor. Oradan ‘İstedikleri meşruiyete doğru’ getiriyor. Bir öyle okumak mümkün bana göre. ‘Yeterince önem verilmedi Türkiye’ye. Halbuki kilit bir rolü var Orta Doğu’da. Dolayısıyla biz Türkiye’yi bu Avrupalılar önemsemese de, Avrupalılar biraz dışlasa da biz sahip çıkalım, biz ön planı çıkaralım’ gibi okudum. Ama ikincisi de meşruiyet biliyorsunuz bir siyasi meşruiyet ve hukuki meşruiyeti, ben hep ayırıyorum birbirinden. Yani seçilmiş insanlar için. Yani hukuki meşruiyet seçilmiş mi mazbatasını almış mı yönetme meşru yönetme hakkı var. Ama siyasi meşruiyet seçim de zirvede başlar. Sandık sonucu açıklandığı gün zirvede başlar. Eğer kamuoyundan destek azalıyorsa soru hep şudur. ‘Bugün seçim olsa kazanır mı?’ sorusu. ‘Bugün seçim olsa kazanır mı?’ sorusunun cevabında eğer kötüye gidiş varsa o zaman siyasi meşruiyet biraz zayıflar. İkinci okuma da öyle belki.
Özellikle bu içerideki belediyelere karşı operasyonlar ve CHP’ye karşı yapılan operasyonlar, zayıflama, seçimi kaybetme riski ve buna karşı yapılan operasyonlar, buradan bir meşruiyet ihtiyacı gibi belki okumak da mümkün.
“Zafer, Filistin’in kurulması”
Zafer, ne zamanki bağımsız, egemen bir Filistin Devleti kurulur, başkenti Doğu Kudüs olan 1967 sınırlarına ulaşma, zafer o. Ya da ne zamanki Netanyahu uluslararası mahkemelerde yargılanır. Gerçekten hata yaptığı tescillenir. Zafer aslında o zaman. Şimdi bakın bu barış bile değil. Bu sadece bir ateşkes. Geçici olarak silahların susması. Geçici olarak silahların susması. Başka bir şey değil. Onun ötesine bir anlam yüklememek lazım. Yoksa beklentileri çıtayı yükseltiriz. Ondan sonra bakarsınız çok daha kötü olur. Ama her şeye rağmen iyi bir şey. 67 binden fazla insan ölmüş, çoğu kadın, çoğu çocuk. Artık kan akmayacak, artık insanlar ölmeyecek. Bu güzel bir şey kendi başına. Fakat şunu da unutmayalım, bu 67 bin insan niye öldü? Bunlar Filistin’in bağımsızlığı için öldü, Filistin davası için öldü. ‘Artık insanlar ölmesin’ deyip de, o ölen insanların ne için öldüğünü unutmamak lazım. Onların hakkını, onların ne için can verdiğini, niye şehit olduklarını unutmamamız lazım.
“ABD ilişkileri normal diplomatik kanallardan gitmiyor, akrabalar üzerinden ilerliyor”
Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısından hemen sonra Washington’da böyle bir ikili ziyaret aslında zamanlama olarak iyi bir ziyaret. Fırsatın değerlendirilmesi açısından zamanlama olarak önemli gördüm. Ama o ziyaretten önce Trump’ın oğlunun İstanbul’a bir iş adamı sıfatıyla gelmesi, programda isminden bahsedilmemesi ve o görüşmeden dışarıya sızanlar ya da sızdırılan konular ve ondan hemen sonra bu görüşmelerin olması da tabii orada bir soru işareti oluşturuyor.
Normal diplomatik kanallardan gitmiyor bu iş. Akraba ilişkilerinden ve ticari ilişkiler üzerinden gelişen bir şey. Bu da benim devlet yönetim anlayışla bağdaşmıyor. Akrabalık ayrı bir şey, ticari işler ayrı bir şey, devlet ile devlet ilişkileri ayrı bir şey. Bunları birbirine karıştırırsanız, nihayetinde ulusal çıkarlarınız zarar görebilir bu iş tutma tarzıyla. Yani usul olarak sıkıntı görüyorum ama netice olarak önemli.
“Erdoğan’ı refleksleri zayıflamış gördüm”
Gelelim ziyarete. Normalde şudur; önce bir heyetle arası görüşme olur. Sonra baş başa görüşme olur. Arkasından da bir koordinasyon sonucunda da basına açıklaması olur. ‘Biz bunları yaptık’ demek için, ‘konuştuk, şu konuda karar verdik’ diye basına. Beyaz Saray’ın açıklamasında ‘basın teması yok’ diyor, Fakat daha “A” demeden, heyetler arasına bile geçmeden daha oturup, ilk bir çay kahve sırasında basını Oval Ofis’e aldılar.
Şimdi ‘Erdoğan’a bir sürpriz oldu’ gibi okudum. Elinde bir konuşma notu yok, basının sorusu olacağıyla ilgili muhtemelen bilgisi yok. Ve o, bir de artık antrenmana da yok. Reflekslerini de biraz zayıflamış gördüm. Basına soru-cevap, refleks ayrı bir şey değil mi? Şimdi sürekli koordine edilmiş, sürekli planlanmış basın temasları olunca insan o reflekslerini de kaybedebilir.
Patrikhaneye ilgili konularda bir şeyler vermeye hazırlanıyor. Kafasında o var. Halkban’’tan bahsetti, durup dururken. Hiç gündemde yoktu. Demek ki, talepler olacak gibi böyle birkaç tane kendine göre önemli, ama bana göre orada bahsedilmesinin son derece yanlış olduğu konular açıverdi. Dışişleri Bakanlığı yapmış birisi olarak söyleyebilirim; konular bellidir, gündem bellidir. Çok özel konular varsa bunlar da konuşulur karşı tarafla. ‘Bu konuda basına bir şey söyleyeyim mi, söylemeyelim mi?’ diye. Ama Trump’ın işte sağı-solu belli olmuyor yani. Usul yok, , kural yok. Kurumlar önemsemiyor. Tabii biliyorsunuz yani Trump’ın tarzını.
DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın gazetecilerle görüşmesinden bir kare
Terörsüz Türkiye komisyonu
‘Bu çok önemli meseledir. Zor bir meseledir ama yüzde 5 çözüm ihtimali bile olsa biz o yüzde 5 ihtimali bile destekleriz’ dedik. ‘Çatışma Çözümü’ ile ilgili hem benim hem de partimizdeki pek çok arkadaşımızın önemli tecrübeleri var. Komisyonun şu anda ilk ve önemli görevi örgütün fesih süreciyle alakalı bir yasal zemin hazırlamak. Şimdi Türkiye sınırları dışında örgütün kendini fesiyle alakalı Türkiye’de fazla bir yasal düzenleme yapmamıza aslında gerek yok. Türkiye’yi ilgilendiren hangi kısmı var? Bizim vatandaşımız olan örgüt elemanlarının ne olacağı? Hapishanelerde olan örgüt elemanlarıyla ilgili bir şey yapılacak mı, yapılmayacak mı? gibi konular şu anda aslında komisyonun bir numaralı gündemi bu.
Bu tabii ki önemli tabii ki işlemeli ama bu bittikten sonra şu anda bittikten sonra da komisyonun hak ve özgürlüklerle ilgili konuları da gündeme alması gerektiğini söylüyoruz. Bahçeli’nin Alevi vatandaşlarımızın taleplerini ve sorunlarını gündeme getirmesini de ben memnuniyetle karşıladım. Çünkü komisyon, ikinci aşamaya geçtikten sonra sadece Kürt meselesi değil, herkes için hak ve özgürlük perspektifiyle çalışması lazım.
“Öcalan’ın komisyona bilgi aktarması önemli”
MİT’in ilk muhatap aldığı, görüştüğü ve bu işin altyapısını hazırlarken konuştuğu isimlerden birisi Öcalan. Öcalan, İmralı’da hapishanede olsa da, devletin farklı birimlerinin başta MİT olmak üzere onunla sürekli zaten bir iletişim trafiği var. Onun söylediklerinin ne kadarı, ne zaman, hangi yöntemle kamuoyuna yansısın? O da hep kontrol altındadır. İlk günden bu yana. Yani bazen görüşme trafiğini kısıtlarlar, bazen aşarlar. Görüşme trafiği çeşitlendirilmesi gibi talepleri de var mesela değil mi şu anda DEM’lilerin? Ama gündemde olan konu Öcalan’ın görüşlerinin, düşüncelerinin bir şekilde bu komisyona, Meclis’te kurulan komisyona iletilmesi, aktarılması.
Komisyon, ziyarete gidince ne yapacak? İşte görüşlerini söyleyecek. Onu dinleyecek değil mi? Yani çünkü komisyon bugüne kadar dinleme yaptı. Hiç yorum yapmıyor. Herkesi dinliyor. Burada bir şekilde Öcalan’ın görüşlerinin komisyona aktarılması. Şimdi bu bunun yöntemi nasıl olacak? Bunun lojistiği nasıl olacak? Yani bunun tartışma o. Nerede nasıl bu hangi yöntemle bu görüşler aktarsın? Biz prensip olarak, Abdullah Öcalan’ın bu meselelerle alakalı komisyona söylemek istedikleri şeyler varsa söylemek istediklerinin bir şekilde komisyona iletilmesini faydalı buluyoruz.
“İktidarda yolsuzlukla mücadele iradesi yok”
Bizim elimizde MASAK gibi, MİT gibi, Emniyet istihbarat gibi örgütler yok. Dolayısıyla hangi operasyonun hangi amaçla nasıl yapılmıştır bilmemiz zor. Ancak uzaktan bir gözlem olarak ifade etmem gerekirse; şu anda iktidarın bir topyekûn yolculuklarla mücadele gibi iradesinin olduğunu ben görmüyorum.
Eğer yolsuzlukla gerçekten mücadele etmek istiyorlarsa Kamu İhale Yasası’nı Avrupa Birliği standartlarına getirirler. Bu çok kolay. Şimdi AB’nin kamu alımları müktesebatını getirelim, Türkiye’de uygulayalım, tasarruf anında sağlanmaya başlanır. Devlet harcamaları hemen azalır. Çünkü görüyoruz ki mesela deprem konutlarındaki inşaat sektöründe herkes biliyor. Bir liralık maliyeti olan konutu en az iki liraya, üç liraya şu anda yapıyorlar. Burada bir yarışma da yok. Şimdi, inşaat sektöründe olan kime sorarsanız sorun, bir deprem konutunun kaça mal olacağını da gayet iyi bilirler. Ama şu anda deprem konutlarının, devlet tarafından kaça mal edildiğini de bilirler, takip ederler.
Türkiye’de yolsuzluk diye adlandırabileceğimiz konuların üçte ikisi imar meseleleriyle alakalı, büyüklük olarak. Yani toplam rakamsal büyüklük olarak. İnsanlar, bu imar planının geçeceğini mesela köylülerin tarlalarını ucuza toplayıp, köylü bilmiyor oradan imar geçeceğini. Sonra imar geçtiğinde birden rant sağlıyorsa bu da büyük bir adaletsizliktir. Bunların hepsinin çözümü var, ama önce o iradeyi göstermek gerekiyor. Ben, 2002’de Hazine Bakanı olarak başladıktan sonra bu kayıt dışıyla ne yapalım ne edelim derken, dediler ki; ‘Ya birisi var bir uzman var. Pek çok ülkede de hükümetlerle danışmanlık yapmış. İngiliz birisi. Siz onu bir dinleyin. Yani kayıt dışılıkla ilgili iyi fikirleri var.’ Geldi, bana kayıt dışıyla ilgili sorduğu ilk soru; ‘Ya sizin patron istiyor mu?’ dedi. Neyi dedim? ‘Kayıt dışılıkla mücadeleyi istiyor mu istemiyor mu?’ dedi. ‘Çünkü bu oradan başlar’ dedi.
TBMM açılış resepsiyonundaki o fotoğraf
Aslında Meclis resepsiyonlarında masada oturmazsınız, koltukta oturmazsınız, ayaktasınız. Ve herkes birbiriyle göz hizasında konuşuyor. Resepsiyonların herhalde en önemli özelliği o. Ama oturma düzeni olunca o zaman işte hiyerarşi başlıyor. O zaman sorun başlıyor. Erdoğan geldi sanırım önce bir DEM’lilerle konuşmuş, sonra MHP’lerle konuşmuş. Ondan sonra resepsiyon alanından ayrıldı. Baktık ‘biraz daha ortalık sakinleşti’ dedik. Herhalde ayrıldı. Biraz da ortalık sakinleşince biz de arkadaşlarla sohbet ediyoruz. O arada görüşemediğimiz gazeteci arkadaşlar var. Onlar geliyorlar, gidiyorlar. Sivil toplumdan konuşamadığım insanlar. Kalabalık tabii, çok kalabalıktı.
Sohbet ederken bir de haber geldi ki ‘Numan Bey sizi içeri bekliyor.’ Davet, Numan Bey’in özel kaleminden geliyor. Arkadaşlarla hızlı konuştuk. Meclis Başkanı davet etmiş. İçeride kim var kim yok bilmiyoruz ama tahmin ediyoruz tabii. İşte içeri girdik baktık oturma düzenine. Oturma düzeni de yoktu. Çünkü hatırlarsanız ilk karede sadece iktidar kanadı var. Sonra muhalefet içeri davet edildikten sonra işte DEM’liler, Yeniden Refah var.
Oturduktan hemen sonra Numan Bey kalktı ve bu komisyon çalışmalarıyla ilgili genel başkanlara teşekkür etti. Biz de dedik ki, demek ki bunun amacı bu komisyon çalışmalarına katkı veren siyasi partiler, genel başkanlarına teşekkür etmek. Erdoğan da bir genel başkan, toplu bir teşekkür. Ben orada öyle okudum. Komisyon çalışıyor ama komisyonda olan partilerin de bir genel başkanlar oradayken. Konu oydu çünkü. Başka bir konu açan da olmadı.
Erdoğan’ın adaylığı
Biz 2023 seçimlerinden önce gittik YSK’ya DEVA Partisi olarak dilekçe verdik. Dedik ki; ‘Biz sayı saymayı biliyoruz. 2014 Sayın Erdoğan’ın birinci dönemi, 2018 ikinci dönemi, 2023 eğer aday olacaksa bu 3 dönem oluyor. Anayasa’daki o madde işletilmeden normal bir süreçte bu şekilde aday olamaz’ Mesela CHP bunu yapmadı. Biz yaptık, biz gittik resmen dilekçe verdik. Mesele hukuk meselesi. Yani hukuk olduktan sonra artık onun üzerine bir siyasi tercih olmaktan çıkıyor o konu bize göre. Ve bizim hukukçularımızın oy birliğiyle konsensusla vardığı nokta bu. ‘Anayasaya göre 2023’te normal usullerle değil ancak Meclis’in 360 oyuyla Erdoğan tekrar aday olabilir’ diye bir tutumumuz vardı bizim. Ve onu o zaman ortaya koyduk. O tutumumuz değişmedi bizim.”